top of page

and just like that

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 23 Eyl
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Kas

“İçinizde hiçbir şeyin imkânsız olmadığı bir yer bulmalısınız.” Deepak Chopra


ree

Doludizgin mi yaşıyoruz sahiden, yoksa bu dünyadaki zamanımızı mı dolduruyoruz?

Sevdiğimiz için mi bir mesleği icra ediyoruz?

Yakıştığını düşündüğümüz için mi o stilde giyiniyoruz?

Enerjisini için mi o evde oturuyoruz?

Kendimiz için mi bakım/makyaj yapıyoruz?

Bize iyi geldiği için mi o arkadaşlıkların içindeyiz?

Ruhumuza dokunduğu için mi o ilişkinin içindeyiz?

İstediğimiz için mi o ilgi alanlarına zaman ayırıyoruz?

Sorular uzar gider, detaya batar çıkar. Siz okurken lütfen kendinize göre soruları çoğaltın ve her soru üzerinde düşünün. İster birkaç dakika ister günlerce ister haftalarca, aylarca bile olabilir. Ki bazen bazı sorular üzerinde yıllarca durmak da çok olağan… Tıpkı benim yaptığım gibi. Bana öylesi iyi geldi. Öyle olduğunda rotamda kuzeyi görmeye çalıştım. Net şekilde gördüm diyemem ama en azından güneyde olmadığımda emin olabilecek noktaya geldim. “Yoldayım.”, “Yolda olalım.” diyorum ya hani hep, o yol hep güneş ışıklarıyla okyanusun ortasında ve dinginlikte değil elbette. Genellikle puslu, hatta çoğu zaman adeta dümeni kontrol edilemeyen yelkenli misali alaboraya sürükleyen minvalde olabiliyor. Çok doğal. Çok beklenen. Çok olağan. Vurguluyorum evet, çünkü hayat böyle. Her ruhun karanlık gecesi olduğu gibi, her denizin gece yarısı sisli hâli pekâlâ vardır.

 

Sorulara bir dönelim istiyorum. Kendimize yönelttiğimiz her soruda asıl olan şudur ki: Vereceğimiz yanıtlar pek muhtemelen içimizi ısıtmayabilir. Çünkü ne yazık ki bazı şeyleri başkalarına göre yaşamak, bazı alışkanlıkları başkaları için edinmek çağımızın sorunlarından… Bu bağlamda da mutluluk, huzur, öfke, kırgınlık gibi duygularımızın dış etkenlere bağlı hâle geldiğini görmezden gelmemek kaçınılmaz oluyor. Oysa tam anlamıyla kendimiz olsak, kendi içimizden geldiği gibi yaşamayı gaye edinebilsek, bambaşka deneyimlere salınmamak imkânsız olurdu. İçten içe hepimiz biliyoruz ki kimimizin gözü hep kolundaki, telefonundaki, duvardaki saatte; kafa karışıklığıyla dolu valizi hep kapının önünde… Kimimiz ise tüm hücreleriyle bulunduğu yeri iliklerine kadar hisseder hâlde... Kimi varlığının altını fosforlu kalemle çizerek bir anlam bulurken, kimi de renkli kişiliğine uyumlu olması için paletindeki renklerle boyamakla meşguldür. Yani bazılarımız andan uzakta, mutluluk yolculuğuna hazır bir eylem hâlindeyken –ki öyle bir yolculuk keşke olsa ama yok, o yolu yaratan biziz – diğer versiyonu uygulayanlarımız da anın içinde, anın varoluşunu hissedenler… Bir şeyleri aşmış, kabulü içselleştirmiş, kendimizin katmanlarına büyüteçle bakarak huzur yaratımını benimseyenler. Bu noktada da “Mutluluk mu? Huzur mu?” tercihi söz konusu oluyor.

 

Budist manastırı olan Avrupa Shaolin Tapınağı'nın başöğretmeni Shi Heng Yi’nin, girişimci ve podcaster Steven Bartlett’in programına konuk olduğunda yaptığı konuşmasında:

–Steven Bartlett: Mutlu musun?

–Shi Heng Yi: Mutluluk arayışında değilim. Huzur arayışındayım. Hedeflediğim şeyin huzur olduğunu söylemek isterim. Eğer mutluluk varsa, hüzün de vardır. Yükselen bir şey varsa, düşen bir şey olmalıdır. Elde edilen bir şey varsa, kaybedilen bir şey de vardır. Zor olmasının nedeni bu. O yüzden bir anlığına duruyorum. Ne tür bir mutluluktan bahsettiğini bilmiyorum. Bulunduğum yerden memnuniyetimi mi soruyorsun? Evet, memnunum. Bu, zor anlar yaşamadığım anlamına mı geliyor? Zor anlar yaşıyorum. İşte bu yüzden benim için en nihayetinde aradığım şey nedir? Ben buna sadece huzur derim.

–Steven Bartlett: Huzurlu musun?

–Shi Heng Yi: Fazlasıyla, evet.

 

Mutluluk mu? Huzur Mu?

Eğer kendimize dönebiliyorsak, mutluluk için de huzur için de dış etkenlere ihtiyacımız yok. Elbette çok yakınlarımız veya bir şekilde hayatımızda yeri olan kişiler bize jestler yapabilirler, güzel şeyler söyleyebilirler, çeşitli yemekler yapabilirler vs. Ancak bizi mutlu edemezler. Biz onlara bizi mutlu etme izni verdiğimiz noktada bu mümkün. Yani özne yine biziz; eylemi yapan değil. Bu kulağa biraz garip geliyor, evet. Önceki yıllarda avukat olan, ancak son yıllarda yazar ve podcaster olarak sıklıkla gördüğümüz Melanie Robbins’in bir programdaki konuşmasını anımsamadan geçmeyelim. Hemen hemen “İnsanlar size kahve yapabilir ama sizi mutlu edemezler.” gibi bir şey diyordu. Bu söz üzerine düşünürsek her şey netleşiyor aslında. Evet, bizi mutlu etmek için onlar birçok şey yapabilir ama tüm bunlar kısa vadeli… Yani geçici. Kalıcı olan ise bizim kendi yarattığımız mutluluğumuz. O ne kadar kalıcı diye düşünürsek, o da sonsuza kadar değil elbette. Fakat sonsuzluk kıyısına en yakın olan şey: huzur. Bu yüzden Shi Heng Yi’ye katılıyorum.

 

Birçoğumuzun muhtemelen bildiği "Boş Kayık Hikâyesi" ile daha derinlere inelim, bakalım ve görelim şimdi de... Zen ustası gölün ortasında meditasyon yapıyordu. Gözleri kapalıydı, zihni sakindi. Bir anda, başka bir kayık gelip onun kayığına çarptı. Usta öfkelendi ve içinden “Kim bu saygısız?” diye geçirdi. Gözlerini açar açmaz, bir de ne görsün? Ona çarpan kayık boştu. Rüzgâr ve su akıntısıyla sürüklenip oraya gelmişti. Usta birden şunu fark etti: Öfke, çarpan kişiden değil, kendisinden doğmuştu. Yani, öfke dışarıdan gelmiyor, içeride ortaya çıkıyordu. O günden sonra biri onu kızdırdığında hep şunu söyledi: “Diğer kişi sadece boş bir kayıktır.”

 

İşte tam da böyle… Bizi öfkelendirenler de mutlu edenler de aslında sadece boş birer kayıktır. Evet, çok sevebiliriz, çok değer verebiliriz. Fakat unutmamalıyız ki mutluluk ve huzur yaratımımız söz konusu olduğunda parıltılarla dolu kayık sadece kendi içimizdir. Gölün veya okyanusun ortasında olmamız fark etmeksizin, çarpan ister kayık ister gemi bizi batırsa da biz yine de unutmamalıyız ki dipteki inciyi almadan suyun üstüne çıkmamalıyız.


Dibe battığımızda da inci almadan çıkmamalarımıza…

 

23.09.2025

21.30 – Budva / MONTENEGRO

 
 
 

2 Yorum


Azim
25 Eyl

Kıymetli Zen ustası kayığın boş olduğunu farketmiş, ve her budist üstadının yaptığı gibi kendine odaklanıp arınması için boş kayık hikayesini yaratmış. Ama bana göre o kayığı oraya getiren rüzgarları ve su akıntılarını unutmamak lazım. Koca gölde ufacık bir kayığın yine ufacık bir kayığa bir şekilde çarpması sadece tesadüf müdür?

Doğayı ve bizimle birlikte var olan herşeyin bize olan etkisi üzerinde düşünmek lazım. Saflık için bu etkiyi uyuma çevirmek lazım. O zaman inciyi dipte aramaya gerek kalmayacaktır.


Kocaman sevgilerimle.

Azim


25.09.2025 - Osaka / Japan


Beğen

Derya
24 Eyl

Yollarda olmanın heyecanı, varacağın yerin sana vereceği huzur ve mutluluk hissi daim olsun tüm hayatında. Nice yeni keşiflere mutlulukla ve nice güzel varışlara…

Beğen
bottom of page