top of page

Hepimiz kendimize körüz.

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 20 Şub
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Nis

Kendimi kendi dışımda arayışım çok uzun sürdü.’’ Carl Gustav Jung

ree

Jung’un bu sözü doğruluğu ötesi olmayan bir dozda benim için… Fakat  kendisine tüm saygımla eklemek istiyorum ki, insanın kendini kendi içinde arayışı da pek kısa sürmüyor.  Böylesi değerli bir sözü bizlerle tanıştırdığı için de kendisine minnet borçlu gibi hissediyorum. Çünkü hayatıma öyle bir noktada girdi ki, ister istemez bir şeyler aynı kalamadı ben de… Sonrasında da aynı olmayacağımı tarifsiz derecede hissettiren oldu. Nasıl desem, sanki otoyolda son sürat giderken birden önüme kedi çıkmış da ani fren yapmışım gibi. O denli sarstı beni. Evet, durabildim. Ön camdan fırlamadım ama o andan sonraki ben ile iki dakika önceki ben de aynı olamadım. Zihnimde yankılanan Elizabeth Gilbert’ın ruhuma farklı bir yerden dokunan kitap ve filmi olan Eat Pray Love’’ da geçen Yıkım bir hediyedir. Yıkım dönüşüme / değişime giden yoldur.’’ sözü ile birlikte… Yıkım denince akla ilk olarak çok büyük yaralar, acılar ve çaresizlikler gelebiliyor. Somut, gözle görülür manada bir yıkımdan bahsetmiyorum. O elbette bambaşka zor. Somut yerine daha soyut kanaldan akıtmak istiyorum düşüncelerimi, hislerimi… Her zaman yaptığım veya yapmaya çalıştığım gibi… Çünkü bana göre tarifinin zor olduğu gibi çözümü de ayrı zor. Fakat bir o kadar da kolay. Bakış açınızı değiştirdiğinizde ve değişmek istedikçe değişim kolaydır. Değişime korkmadan açıldığınızda da dönüşüm kaçınılmazdır. Konu ne olursa olsun. Her evresinde akıcı bir kaosun hakim olduğu… Bu iki alıntıyı masanın köşesine koyarak büyüteci alıp içimize bakalım biraz.

 

İçinden geldiği gibi şekil aldığın, kendi şeklinde parlamaya çalıştığın bir alan yarattığında veya yeni bir yolculuk başlattığında bu sana çok güzel sözlü hediyelerle de gelebiliyormuş meğer. Nasıl mı? Dün görüşlerine çok önem verdiğim bir tanıdığımdan hiç de beklemediğim bir anda ve harika enerjisi ile buradaki yazılarıma bütünlükle yaklaştığı olumlu yorumları üzerine döküldü bu satırlar. Şaşırdım. Zaman ayırmasına şaşırdım. Yoğun bir hayatı olmasına rağmen gerçek bir zaman ayırabilmiş olmasına… Zamanını bir başka şeye ayırmasını lütuf gibi değerlendirmeyen yaklaşımına şaşırdım. Teknolojinin ve dolayısı ile sosyal medyanın çok yaygın olduğu böylesi bir çağda beğeni odaklıdan ziyade düşündüren, sorgulatan, insanın içine bakmasını anımsatan bir şeyler yapmak isteğimle çıktığım bu arayış yolculuğumda belki de hiçbir zaman bir yerlere varmak istemeyeceğim. Yolun güzelliğinin tatmininde olma hali de başkaymış çünkü…

 

Görünende sekiz aylık fakat aslında yaşımla beraber otuz iki yıldır neredeyse kendimi bildim bileli hiçbir yere ait hissedemeyen ben için bu arayış yolculuğumda Stefan Zweig’ın Olağanüstü Bir Gece adlı eserindeki Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.’’ bu söz kadar iddiam yoktu ama benzer gayretim de yok değildi. Böyle hissettiğimi daha derinden fark ettikten ve gelen o tarifsiz değerli yorumla beraber başkalarıyla susarak da sohbet edebilirliğe şahit olduktan sonra sıradaki yazılar için bekleyen taslaklarımdan seçip üzerine yeni bir şeyler eklemek değil de tam olarak içimden gelenleri araştırma yapmadan, kitap sayfalarımdaki notlarıma bakmadan öyle olduğu gibi akıtmak istedim. Doğru zaman gibi hissettirdi. Çünkü baktım çok fazla şey oluyor ve ben bazen kaldırabiliyorum, bazen kaldıramıyorum. Fakat her şartta ağır geldikleri de su götürmez gerçek iken yazayım dedim. Yazayım bir nebze de olsa içim hafiflesin istedim. Yazayım ki kendimin karşısına geçip kendimi göreyim istedim. En derindeki bende göremediklerime ulaşmak istedim. Aslında en çok kendine bakıp kendini görebilenlerle buluşmak istedim. Zihinlerimizin bir yerlerde susarak sohbet etmesini ve hatta dans etmesini istedim.

ree

Tüm hayatımı birkaç dakikalık adeta tüm türleri kapsayan film fragmanı gibi izlediğimde yaşadığımız bir durumun bizim hayatımızda ne şekil var olacağını da bir noktada biz belirliyoruz düşüncesi şekilleniyor. Hayatın bu kadar muallak olduğu değil yarın, beş dakika sonra yaşayacağımızın kesinliği mümkün değil iken olabildiği kadar veya alabildiğine netlik ve mutluluk hak ettiğimi hissettim. Hayatımı iyileştirmek olacaktı bu. Peki ama nasıl? Bana göre iki seçenek var.  

 

Nuri Bilge Ceylan’ın Kuru Otlar Üstüne filmi çıktığı zaman yaptığı konuşmalardan birinde Hayatımızdan memnun değilsek, nerede olursak olalım, başka yerde mutlu olabileceğimiz avuntusu bize iyi gelir.’’ şeklindeki ifadesine yaklaşık sekiz ay öncesine kadar kısmen katılabilirdim ama şimdi ise sayın Ceylan’a sonsuz saygımla ne yazık ki katılamıyorum. Avuntunun bir noktada bizi girdaba, dehlizlere de çekme kuvvetinin çok olduğunu hayatımın bazı dönemlerinde yaşadığımdan… Bu yüzden kabule geçerek ilerlemek, yaşanılan her şeyin öğretici yanı olduğunu muhakkak görerek yol almayı seçiyorum. Kabule geçip hayallerimden, hedeflerimden vazgeçmekten bahsetmiyorum. Aksine hiç olmadığım kadar yaşamımı iyileştirmeye çalışan bir enerjiye bürünüyorum. Yani hayatımdan memnun olmadığım zamanlarda hayalimdeki yaşamın avuntusundan ziyade arzuladığım yaşam adına tüm enerjimle bir şeyler yapmaktan kendimi alıkoymama kısmıyla ilgileniyorum. Şimdi gelelim oraya…


Alman filozof Wilhelm Schmid’in Salınmak – Hayattan Sevinç Duyma Sanatı adlı hayranlıkla okuduğum kitabında Gündelik hayat, başka bir imkan çıkana kadar, şimdilik tutunabileceğim gerçekliğin kefilidir en azından.’’ sözüyle çok güzel ifade etmişti. Fakat bir de şöyle düşünsek gündelik hayat tutunabileceğimiz gerçekliğe kefil, tamam kabul. Biz yaşamımızı iliklerimize kadar yaşamak ve hayatımızı iyileştirmek istiyorsak işe ilk önce rutinlerimizi değiştirerek de pekala başlayabiliriz. Görüştüğümüz kişileri, okuduğumuz kitapları hatta yazarları, dergileri, makaleleri, gittiğimiz yerleri, izlediğimiz filmleri, yaptığımız sporu, dinlediğimiz podcastleri, müzikleri değiştirdiğimizde, çok severek aldığımız ama artık giymekten mutlu olmadığınız bir kazağı dolabımızdan çıkarttığımızda, gerçek bir sohbet için bize iyi geldiğini veya iyi geleceğini düşündüğümüz kişilere kendimizde ve ruhumuzda yer açtığımızda eski biz istesek de olamıyoruz.

ree

Yani ister kendinizi hayalleriniz adına avutun ister gayret göstererek rutinlerinizi ve akabinde yaşantınızı değiştirin. Fakat şunu unutmamak lazım. Ruhumuzdaki ve ellerimizdeki adeta yıldız gibi değerli o gücü fark etmeli ve Zen Budizmi’ndeki yaklaşımla her ne yapıyorsak tüm enerjimizle yapmalıyız ve başka bir şey daha yapmaya kalkarak enerjimizi dağıtmamaya özen göstermeliyiz. Arada da belki Modern sanat alanına dahil olan empresyonizm yani izlenimcilik akımının en önemli temsilcilerinden Claude Monet'nin deneysellik arayışı ile sabah, öğle, akşam farklı ışıklarda ve farklı mevsimlerde Ot Yığınları ve Rouen Katedrali’ni defalarca resmetmesini anımsamalıyız. Hem zaten hayatta bir nevi kendini denediğin, kendini anladığın veya anlamaya çalıştığın bir yer değil mi? Yapılabilir bir şey yani.

ree

Sonuç olarak özellikle bazı kitaplarını defalarca okuyup, ağladığım, mahvolduğum ama bir o kadar da beni mutlu eden yazar Sabahattin Ali’nin de dediği gibi Kendi içimizde kendimize dair bilmediğimiz o kadar çok şey var ki…’’


Bilmek lazım kendimizi. Bunun içinde görmek lazım.

Görülmek lazım, bizi görebilenlerle, hissedebilenlerle susarak da konuşabilmek için.


20.02.2025

12.50 – İZMİR

 

 

 
 
 

Yorumlar


bottom of page