İçimizdeki reçete II
- Ulviye Yaşar
- 17 Nis
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Nis
“Fakat hayat, sadece tat alarak değil, tatsız zamanlarda da baş ederek, doygun bir hayat olarak yaşanır.’’ Wilhelm Schmid

Bugün yine çokça düşünelim, “Böyle de olabilir mi?’’ diyelim ama biraz da ruhsal olarak esneyelim ve salınalım istiyorum. Malum, diğer türlü hayatın pek katlanılır olmadığını, hayat bize göstermek için her daim elinden geleni yapıyor. Özellikle de bazı zamanlar... İçimizdeki reçete serisinin ilkinde manevra, “Hayır’’ diyebilmek ve kabul üzerine yansımalardan bahsetmiştim. Bu ikinci yazıda ise dördüncü yansımamız psikolojik dayanıklılık / duygusal esneklik ve beşinci yansımamız salınmak… Bu iki konunun kendi görüşümce iç içe olması bir yana, okuduklarımda ve izlediklerimde de birbiriyle çokça iç içe değinilendi. Bana göre biri olmadan diğerinin var olabilmesi imkânsız gibi bir şey. Nasıl peki? Şöyle ki, kek yapımını anımsamanızı rica edeceğim sizden. Nasıl ki keke lezzet veren ana malzemelerden birini eklemediğimizde lezzet bekleyemezsek, psikolojik dayanıklılık veya duygusal esneklik olmadan da hayatta salınmak mümkün değil. Yani aslında salınmak, duygusal esnekliğin ötesine geçiş gibi… O yüzden şimdi sayfayı kek kabı gibi düşünelim ve kekin ana malzemelerini eklemeye başlayalım. Unutmadan; nasıl ki kekin malzemelerini peş peşe ekleyerek hamur haline getiriyorsak, bende yazının konusu olan iki yansımamızı bazı yerlerde ayırmadan bir arada ileteceğim.

Duygusal esneklik; hayatta başımıza gelenlerle mücadele edebilme, ağaç misali eğilsek de kırılmadan tekrar dik durabildiğimiz veya mücadele edemeyeceğimiz durumlarda olanı olduğu gibi kabullenme yetisine sahip olabilmektir. Başarabildiğimiz ölçüde de yaşam sevincimizin dozuna da katkı sağlayandır. Esneklik. Bence müthiş bir kelime. Zihindeki o keskinliği alabildiğine yok eden güçlü bir panzehir gibi… Bu yüzden de düşüncelerimi satırlar arasında psikolojik dayanıklılıktan ziyade duygusal esneklik diyerek aktaracağım. Olan bir şeyi olduğu gibi kabul etmek (vurguluyorum, teslim olma hali değil) bazı zor durumlar karşısında gerek esneyebilmek ve gerekiyorsa da iyileşme sağlayabilmek adına güçlü bir adımdır ve bu birkaç şekilde mümkündür. Genlerimiz kaynaklı bir eğilimden dolayı da olabilir veya yaşananlardan dolayı yaşanmışlıklarımız üzerine düşünerek öğrenmek de pekâlâ mümkün. Diğer yandan yoga, meditasyon vb. spiritüel alanlar ile bir noktaya kadar da öğrenilebilir.
Genlerimizden dolayı esnekliği, ebeveynlerimizin hayata karşı duruşundan etkilenmemiz olarak çok kısa açıklayabilirim. Şimdiye kadar üzerine düşünmediysek de mesela ufak bir pratikle başlayabiliriz. Ebeveynlerimizin zor durumlara karşı verdikleri ilk tepki nedir? (Sağlık açısından çok ciddi bir durumu bu noktada tenzih ediyorum.) “Nasıl olsa geçecek.’’ mi? Yoksa “Ne olacak ki, bu dert bitse başka biri gelmeyecek mi sanki...’’ Okurken bile farkı ortada, değil mi? Böylece verilebilecek iki farklı tepki ile hızlıca bu konuya dair bir fikir edinerek, anlamaya başlayabiliriz. Genlerimiz kaynaklı duygusal esneklik az miktardaysa da bunu fark edip değiştirmek de elbette sonradan kazanılabilecek yetilerden biri.
Yaşanmışlıklarla şekillenen hali ise, önceki yansımalardan manevra, “Hayır’’ diyebilmek ve kabule geçmeyi layıkıyla yapabilmek ile mümkün. Aslında kabule geçebilmeyi, duygusal esnekliğin ve salınmanın ilk adımı gibi de düşünebiliriz. Zihnimiz o düşünce haline geçmeden istese de esneyemiyor ve haliyle de akabinde yaşamda salınmak söz konusu olmuyor. Karşımızdaki her kim ise onun ve bizim yaşamdaki mikrodan makro ölçeğe kadar tüm hayallerimizin, hedeflerimizin aynı olmayacağını ve bunun da gayet olağan olduğunu benimseyip bu bilinçle şekil alabilmek bizi büyüten de bir şey. Yazının sonuna doğru yazmış olduklarımla bu kısım zihinlerde biraz daha netleşecek.
Yoga ise en kısa bahsedişle, bedenimize müthiş artısı olan —kimine göre spor, kimine göre yaşam felsefesi. Elbette, bu yazının girişinden de anlaşılacağı üzere fiziksel esneklikten ve sağlığımıza açılardan faydalarına değinmeyeceğim. En azından bu iç döküşte… Benim için yoga ise, ne yaşam felsefesi kadar benimseyebileceğim bir içselleştirme noktasında –ki aile dostumuzun sayesinde çok küçük yaşlardan itibaren hayatıma dahil ettiğim bir alışkanlık olmasına rağmen —ne de spor gibi daha genel bir yerde. “Bana iyi gelen şeylerden biri’’. Diğer bana iyi gelen şeyler gibi. Bir önceki yazıda da yer vermiştim bu cümleye. Sıradaki iç döküşlerimden biri bunun üzerine olacak gibi duruyor. Çünkü fark ettim ki, ikidir ruhum istemsizce bu harflerin bir araya gelmesine çekiliyor. Düşünmek lazım ve sonra da akıtmak lazım. Yoganın zihinsel esnekliğe faydası ise, o an hangi asanadaysak (duruş), onu yapabildiğimiz kadar yapabilmek. Zorlamamak. Olanı olduğu gibi kabul etmek. Elimizden geldiği kadar yapabilmek. (Böyle yazıyorum da birkaç ay önce bir asanada kendimi çok zorladığım için sakatlandım. Neyse, deneyim oldu diye bakıyorum.) Meditasyon ise derin bir odaklanmayla birlikte olanlara karşı farkındalığımızı geliştirip, farklı bakışlara da sahip olabileceğimizi öğreten bir diğer bana iyi gelen şeylerden... Dışarıda Hiçbir Şey Var. adlı on birinci yazımda, Güney Koreli filozof Byung-Chul Han’ın meditasyona dair görüşlerine detaylıca değinmiştim. Şimdi, hem tekrara düşmemek hem de yazıyı daha fazla uzatmamak adına bu konuyu burada sonlandırıyorum.

Salınmak... Bu kavramın hayatımdaki öneminin böylesi büyük yer tutacağını fark etmem birkaç ay öncesine dayanıyor. Alman filozof ve yazar Wilhelm Schmid’in, Salınmak: Hayattan Sevinç Duyma Sanatı adlı kitabıyla tanışmama… Şimdi düşünüyorum da, aslında tam da ihtiyacım olan bir anda hayatıma girmişti. Hayatımda ilk defa seksen beş / doksan sayfa, yani ince sayılabilecek kitaptan ancak bu kadar çok not çıkarmıştım. Ötesi yok gibi bir şeydi. Nasıl desem? Sanırım en doğru açıklamam söyle olacak: Görüşlerine ve podcast kayıtlarına bayıldığım psikolog, filolog ve çevirmen Ezgi Hoşcan’ın Instagram gönderilerinin ve podcast kayıtlarının başlığına yazdığı gibi: “İhtiyacı olan alsın’’. İhtiyacım vardı, aldım.
Sayın Schmid’e göre duygusal esneklik, aynı zamanda açılmış yaraların da merhemidir. Yazarın özellikle bazı görüşlerini kendi içimde de “geçer akçe’’ görerek ilerliyorum. Duygular karşısında böyle bir tutumumuzun olması; başkalarını anlayabilmekten ziyade, yaşadıklarımıza kızmadan yaklaşmak ve zorluklar yaşadığımızda dahi iyileşme kabiliyetimize de iyi gelen yaklaşımların başında geliyor. Ayrıca kitapta, hayatın aralıksız evreler halinde aktığına ve bu evrelerin uzun soluklu olma izlenimi yarattığına; ama aslında, evrelerin salıncağın bir o yana bir bu yana salınışı gibi değişken olduğuna ve hayatın ritminin de böylesi olduğuna kuvvetli şekilde değiniliyordu. Elbette, o salınma halinde dahi yaşamdan sevinç duyabilmeye de…

Salınmayı, bana göre büyüleyici biçimde aktaran kitaptan sonra; Hint asıllı yazar, podcaster ve başarılı liderlerin danışmanı olarak da bilinen yaşam koçu Jay Shetty’nin programına konuk olan Amerikalı psikolog Dr. Ramani Durvasula ile olan bir kesiti paylaşmak istiyorum. Sayın Durvasula’ya göre: “Kişiliğiniz ne kadar sağlıksızsa, o kadar az esnektir. Sağlıklı insanlar, son derece esnek bir kişiliğe sahiptir. Yani, zihinsel sağlığın özü esnekliktir. Tıpkı fiziksel sağlık gibi aslında. Fiziksel olarak sağlıklı biri çok esnektir; kasları ve eklemleri esnektir. Psikolojik olarak sağlıklı birinin ise zihinsel yapısı oldukça esnektir.’’
Jay Shetty: Peki, zihinsel yapımızın esnekliğini nasıl tanımlarız?
Dr. Ramani Durvasula: Uyum sağlama becerisi, öz farkındalık ve başkalarına dair farkındalık. Problem çözmede tek bir yola takılı kalmayıp yeni yollar deneme becerisidir. Duygularını düzenleyebilme ve kendini yatıştırabilme kapasitesidir. Hayal kırıklığına uğramışsa, bununla baş edebilme kapasitesidir. Zihinsel sağlığın özü budur. Ağır travmalar geçirmiş kişilerle çalıştım ve gerçekten değişim geçirenler, bu esnekliğe sahip olabilen kişiler. Şöyle düşünün: Bir ağaç esnekse, rüzgarla birlikte eğilip bükülür.
Sayın Durvasula’nın bu anlatımından sonra aklıma ilk gelen şu oldu:
“Şu ağaç nasıl ayakta durabiliyor hala?" diye sordu Küçük Ejderha
“Daha iyi günlerde derin kökler saldı. Şimdi tüm fırtınaları atlatabilir.” dedi Büyük Panda.
James Norbury (Büyük Panda Küçük Ejderha adlı kitabı)

Yazının sonuna geldiğimde ise, önceki zamanlarda çektiğim ve benim için “Now in everywhere” temasında olan bir fotoğraf ile; zihnimin bir köşesinde keyifle tuttuğum bu konulara dair bir ilgimiz veya birikimimiz olmasa dahi, bana göre duygusal esnekliği ve yaşamda salınmayı en iyi özetleyen iki örneğe yer vermenin mutluluğuna ek olarak, Norbury’e tüm saygımla katılıyor ve ekliyorum: Nerede ve neye kök saldığımızı biliyor muyuz peki?
Bu soruyu, Brené Brown’un Acımasız Dünyaya Meydan Okumak adlı kitabından bir anekdotla düşünelim istiyorum.
Moyers: Bir yere ait misin?
Angelou: Henüz değil.
Moyers: Birine ait misin?
Angelou: Giderek daha fazla kendime aitim demek istiyorum.
17.04.2025
16.30 – Moda / İSTANBUL
Yorumlar