Kendi ışığınla
- Ulviye Yaşar
- 15 Oca
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Nis
“Bedenlerin yaşamak için tükettikleri kendi ışıkları vardır, yanarlar, dışarıdan aydınlatılmazlar.’’ Egon Schiele

Fransız filozof ve yazar André Comte-Sponville, “Mesele iyileşmek değil, asıl mesele yaşamak.’’ dediği o videoya, o ana tanıklığım tamamen tesadüftü ve öylece kalmıştım resmen… Zihnim o an o kadar çok şey düşünüyordu ki olduğum yerde, iki dakikadan az bir süre içerisinde ne kadar yorulabildiğime şaşırmıştım. Görüşlerini önemsediğim filozoftu zaten ama bu cümlesi ile kendine farklı şekilde hayran bırakmıştı beni… Alıntıyı tekrar okuyalım ve birkaç saniye düşünelim, lütfen. Peki, yaşayalım ama nasıl?
Sayın Comte-Sponville yukarıda bahsi geçen cümlesini katıldığı programda, psikanaliz ve felsefe ile birlikte yaşamı yaşamaya dair yaklaşımını psikanaliz biliminin kurucusu nörolog Sigmund Freud’un da cümlelerine değinerek anlatıyordu. “Freud bir yerlerde şöyle yazar; Psikanaliz mutlu olmaya yaramaz. Psikanaliz, nevrotik kaygıdan olağan mutsuzluğa geçişi sağlar.’ Nevrotik kaygıdan olağan mutsuzluğa geçişin ne kadar önemli bir ilerleme olduğunu fark etmemek için nevrotik kaygıya dair hiçbir şey bilmemek gerekir. Çünkü nevrotik kaygıda bilinçdışımızın, semptomlarımızın, çocukluğumuzun vs. esiri oluruz. Olağan mutsuzlukta hayata sarılıp mücadele verebiliriz. Tabii, şu da var: Freud’a tüm saygımla şunu demek isterim: Tamam Freud, psikanaliz mutlu olmaya yaramaz, nevrotik kaygıdan olağan mutsuzluğa geçmeye yarar. Çok güzel. Peki, olağan mutsuzluğa eriştiğimizde yani iyileştiğimizde ya da hasta olmadığımızda o zaman ne yapacağız? Benim cevabım: Felsefe yapacağız. O yüzden sıklıkla şöyle söylerim: Felsefe, terapinin bittiği yerde başlar. Bu yüzden terapi bitince psikanalist, benim şu ya da bu kitabımı hastasına tavsiye ettiğinde bu beni duygulandırıyor tabii. Çünkü bana kalırsa hayat bir hastalık değil. Dolayısıyla mesele iyileşmek değil, asıl mesele yaşamak.’’
Felsefe yaşamaya dair bir cevap veriyordu elbette. Peki ya sanatın dalları, psikoloji, spiritüel alanlar ve dahası? Farklı birçok şey olabilir yaşamı yaşamayı tüm hücrelerimizde hissedebilmemiz için. (İlgilenenlere; blogtaki “Yaşam biraz tragedya, biraz operet’’ adlı dördüncü yazımda Barok Dönemi sanatçılarından Bernini'nin eseri olan Davut Heykeli’nin tasarımı üzerinden ‘’Hayat mı beni yaşıyor? Ben mi hayatı yaşıyorum?’’ sorularına cevap arayışımda olduğumdan bahsetmiştim. Yani aslında sanat bazen sorgulama hali nedeni iken bazen de aranılan bir cevap olabiliyordu.)
Olağan şeylerdeki olağanüstülük…
Geçtiğimiz aylarda oyuncu ve seslendirme sanatçısı Betül Arım’ın tek kişilik gösterisi olan “Dışarıda Hiçbir Şey Var’’ adlı oyununa gittiğimde sanatçının yaşam enerjisine adeta büyülendim. Oyun, olağan şeylerdeki olağanüstülükleri görebilmemiz için doğru adreslerden biriydi adeta. Sanatçının kendi yaşamındaki iyi-kötü, mutlu-hüzünlü anları, kâh bazen kolaylıkla kâh bazen zorlukla verdiği kararları, hayallerini ve hedeflerini nasıl ilerlettiğine dair konuları tüm pozitif enerjisiyle aktarmasının yanında epigenetik bilime, kendimizi hatta en derindeki bizi dinleyebilmemiz için meditasyonun önemine, olumlu düşünmenin beden ve ruh sağlığımıza sonsuz faydasına vb. başka güzel şeylere keyifle değiniyordu. Tüm bunları ise biraz farklı rollere girerek, biraz kahkahalar atmamızı sağlayan başından geçen komik, trajikomik hikâyelerini bizlerle paylaşarak aktarıyordu. Buradaki tema, kimileri için hiç olağanüstü değil aksine gayet olağan gibi gelebilir. Elbette bu mümkün. Fakat benim açımdan bu oyunu bana dair farklı kılan, adeta hediye gibi nitelendirmem ise şu sebeple: Oyuna gitmeden birkaç gün önce bir arkadaşımla yaptığım sohbette o çok alışılmış benzer kalıpla ‘’Beş yıl sonra nasıl biri olmak istiyorsun? Gerçekten ne yapmak istiyorsun?’’ demişti. Hemen cevap veremedim. Oldukça düşünülecek sorulardı benim için… İçimde cevap yerine şu sorular belirmişti: “Yaşarsam eğer, ilerleyen yıllarda nasıl bir enerjiye sahip kadın olarak var olurum ve nasıl biri olarak yaşamdan keyif almam sahiden mümkün?’’ Nasıl biri… Bu çok derindi ve üzerine düşünülmeyi hak eden bir şeydi benim için. Buna dair yaklaşımım blogtaki bu yazıyla beraber on yazımda da farklı konular üzerinden biraz belli aslında ama elbette dahası var. Dahası olanlara ise ilerleyen yazılarda değiniriz. Şimdi ise oyun kısmına geri dönüyorum.
Elbette günümüzde bu oyunda bahsi geçen konular birçok yerde karşımıza çıkıyor. Ancak Betül Arım, tüm bunları bizlere bu alışkanlıkları çeşitli sebeplerle hiç yapamayanlarımızın bile bir şans verebilmesinin mümkün olabileceğini sanatın gücüyle keyifle yansıtıyordu. En önemlisi, iki saatte olsa yaşam enerjimizin bize özgü olduğuna ve bunu arttırabilmemizin yine bizim elimizde olduğuna dair içimizdeki gücü anımsatıyordu. Hem de bol kahkahalarla… İlgimi en çok çeken ise büründüğü müthiş kabul gücüydü. Yaşanılan zorluklardan, sıkıntılardan, ıstıraplardan sızlanmayarak tüm olanları ‘’deneyim’’ diyerek kabul edip onlardan beslenmemeyi seçmiş bir yaşam görüşü olmasıydı. “Beslenmiyorum. Yaşıyorum.’’ diyordu. Olayın içinde yer alıyor, yaşıyor, deneyimliyor, yerinde saymıyor, söylenmiyor ve böylece o durum her ne ise asla büyütmüyordu. Özetle, yaşanılan şeylerden sonra öğrendiklerimize teşekkür ederek, gelecek zamanlar için umudumuzu yitirmeyerek, mutlu olup kabule geçerek bakabilmek mutluluk adına iyi bir ilerleme oluyor.
Sanat tarihine bakıldığında, Antik Çağ’dan günümüze kadar olan çeşitli görüşleri savunan sanatçıların bir bakıma kendi arayışlarına dair ürettiklerinin üzerine ise defalarca düşündüğümde sanat yaklaşımında siyasetin yön değiştirici etken olduğu Jacques Louis David, sanat ve siyaset ilişkisini sorgulatırken, Van Gogh’un kendi düşüncelerine ve hislerine söz geçiremeyip bir noktada adeta savrulup gitmesi söz konusuyken, Paul Gauguin’in maddi ve manevi zorluklar çekip bir nebze de olsa atlatabilmiş olması… Tüm bunlar hayatın içinde ve günümüzde de benzer konular.
Geldik buradaki onuncu bu yılın ise ilk yazısının sonuna… İç döküş satırlarımda her daim büyülü alanlar olarak düşündüğüm; sanatın dalları, Sanat tarihi, felsefenin yoluma keyifle eşlik ettiği ve düşüncelerimi daha iyi ifade etmem için bana ilham olan, kalbimi eriten, ruhumda yer edinen ve zihnime kazınan alıntılarla kim olduğumuzu anlayıp hayatımızdaki sorulara, sorgulara çözüm bulmak için birçok sebep olduğuna değindim ve böylesi değinmeye de devam edeceğim. Bana göre felsefe sorgu halimizi arttıran en büyük ve muazzam etken. Sanat ise bambaşka bir yerde içimde... Ne diyordu, David Bowie “Gerçekten sahip olmak istediğim tek şey sanattı.’’ Tüm benliğimle bu söz benimle…
Nazım Hikmet’in dediği gibi, “Pişman değilim yaşadıklarımdan. Öfkem belki de yaşayamadıklarımdan.’’ Sonsuz saygım ile hem katılıyor hem de içimden gelenleri “Biz yine de öfkelenmeyelim. Henüz yaşanmamış, yaşanması arzulananlara.’’ diyerek ekliyorum.
15.01.2025
16.17 İZMİR
Yorumlar