top of page

Konu hiçbir zaman ‘’pembe’’ değildi.

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 5 Eyl 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Nis

İnsanların da, kültürlerin de renkleri var.’’ Devrim Erbil


ree

Peki, neydi benim rengim?

Hayattaki kelimemin arayışından sonra, hayattaki rengimin arayışındaydım. Aslında hayatımın arayışındaydım. Elbette bu, büyük bir ana başlıktı. Ben de alt başlıklardan başlamaya karar verdim. Sanırım böylesi daha az sancılı ve daha kolay hazmedilirdi. Spirituartalism... Evet, bu kelime tam olarak aradığım kelimeydi. Literatürde olmayan... Kendimi ait hissettiğim iki alanın karışımıydı. Aslında iki alan değil, sonsuzluk gibi bir şeydi benim için... Spiritüel alanlara yaklaşık 13-14 yaşlarımda ilgim başlamıştı. Daha sonra da katlanarak devam etti. Sanata olan ilgim de üniversiteden beri mevcuttu tabii. Ancak son 2,5 yıldır arştaydı, kendi çapımda. Bu alanlarla iyileşenlerden, adeta hayat enerjisi bulanlardandım. Diğer ilgi alanlarından da bir şeyler çokça denenmiş, pek tercih konusu olamama hali baki idi.

 

Ne garip, kendi kelimemi 616.767 kelime haznesi olan dilimizden seçemedim. TDK verilerinde daha fazla kelime olsa da yine muhtemelen seçemezdim. Neden peki? Buna verilecek komplike bir cevabım yok. Sadece “İçselleştirememe hali” diyelim. İçselleştirmek... Ne çok önem verilen şeydi bende... Her şeye tabiydi bu. Ötesi yoktu.

 

Renk arayışıma gelirsek, yazının başında yazdığım Devrim Erbil’in sözü, onun kendi anlatımıyla aktarılan, dijital platformda yayınlanan "DEVRİM" belgeselinden. Kendisine, sanatına, eserlerine, iç mekân ve dış mekânı aynı anda aktarmak suretiyle geliştirdiği ikili bakış tekniğine (İlgilenenlere; Ayasofya’yı bu teknikle de resmetmişti, büyülenmemek elde değildi) ve özellikle İstanbul’u anlattığı eserlerine çokça hayranlık duyan biriyim. Devrim Erbil’i anlatmak veya övmek elbette haddime değil ki buna gerek de yok, ama bendedeki yerine kısaca değinmek istedim.

 

Eskiye, eski zamana, o zamanlara dair kişilere ve diğer şeylere zaten haddinden fazla değer veren biriyim. Büyülü bir şey bana göre... Çokça saygı duyulası... Eski deyince de kimine göre negatif bir anlam ortaya çıkıyor gibi... Bana göre değil tabii, ama bu konuda hassasiyeti olanlar varsa, lütfen sıfat olduğunu ve o sebeple öyle andığımı anımsasınlar. Bahsi geçen sözdeki kültürlerin renklerine değinmeyeceğim ama insanların renkleri bence üzerine oldukça düşünülecek bir konu. (Ayrıca, çocuklar üzerinden renk analizi ya da renklerin insanlar üzerindeki psikolojik etkilerine değinmediğimi; sadece yetişkin biri olarak, kendi iç dünyam bazında bir şeyleri aktarmak istediğimi belirtmek isterim.)

 

Siyahı sevenler karamsar mı? Canlı renkleri sevenler çok mu neşe dolu? Beyaz, bej tonlarını sevenler sıkıcı mı? Neon renkleri sevenler, bitmeyen enerjide ve aykırılığa mı sahipler? Bu tahminler kadar basit ve anlaşılır mı bir insanın rengi? Katiyen değil. En azından benim 31 yıllık hayat gözlemimde... Tabii bunun 8 yılını diskalifiye etsem; malum, bebeklik ve çocukluk dönemi... Geriye kalan 23 yıllık hayat deneyimi desek... 23 yılın tamamını arşta bir farkındalıkla yaşamadığım su götürmez bir gerçek iken... Yok, olmadı... Bir dakika... Düşünüyorum da aslında diskalifiye ettiğim 8 yılı da etmemeliyim. Hem ne diyordu Gabor Maté: “Beynimizin, kişiliğimizin, dünyaya dair temel inançlarımızın oluştuğu zaman çocukluk dönemidir. Kendimize, olanaklarımıza karşı ya olumlu ya da olumsuz tutumlar geliştirdiğimiz zaman çocukluktur. Bence her şey çocukluğun şablonunda gerçekleşiyor.”

 

Renk konusu bazıları için çok garip gelebilir ama 6-7 yaşlarımdan itibaren hep önemliydi benim için. Mesela hiçbir zaman pembeyi seven bir kız çocuğu olmadım. Oysa ne çok isterdim. Çocukken, ben severim diye gelen pembe hediyelerle mutlu da olmazdım pek. Bu yüzden, sanırım ne zaman iş veya sosyal hayat bazında biriyle tanışsam, eğer sohbet akış frekansı da tutuyorsa, hafiften en sevdiği rengi sorarım mutlaka. Çünkü tek öğrenmek istediğim renk olmuyor malum... İç mekân da en sevdiği iki objeyi de sorarım ama bu şimdiki zamanın konusu değil diye geçiyorum hızlıca. Neyse...

 

Pembe...

İlkokul yıllarımı anımsıyorum da, pembeyi sevenlerin neredeyse hepsi hep çok neşeli, hep çok sosyal kişilerdi. Düşünürdüm... Evet, vurguluyorum, 6-7 yaşlarında bir çocukken bile... Gerçekten öyleler mi, diye. Belki cevap basitti; öylelerdi. Hayır, belki de değillerdi. Öyle görünüyorlardı. Çünkü bir insanın, çoğu şeyde olduğu gibi, bu konuda da tek doğrusu yoktu muhtemelen. Kaç yaşımızda olursak olalım. Konu hiçbir zaman yaşta değildi zaten... Olamazdı... Olmamalıydı... Olmadı da... Sinan Canan’ın dediği gibi: “Algılayan sistemin bağlantısallığı da parmak izi gibi benzersiz.” Renk ve insanlar teması böyle bir durumdu benim için... Sorgu halimin devam ettiği bir temaydı adeta. Olanın veya görünenin arka planının idrakine varmak... “İnsan algıladığı kadardır.” diyordu, Stefano D’Anna Tanrılar Okulu adlı kitabında. Haklıydı. Hayatın bir giriş kapısı olsaydı eğer, ki bence var... Kilidi için böyle bir anahtar fena olmazdı... Herkesin algıladığı kadar var olduğu bir yer... Farklı bir evren gibi...

 

Odağıma gelecek olursam; navy... Ah, bu renge bayılıyorum. Klasik lacivert değil. Mavilik belli olmayacak kadar koyu. Siyaha yakın ama siyah değil. Hem karanlık taraflarımı anımsatan hem de benim için dinginliği anımsatan mavinin en koyu katmanı... Biraz siyah eklersem, kaosun içinde yeniden doğabilirmişim gibi... Beyaz eklersem, mavinin o dinginliğine ulaşacakmışım gibi...

 

Kelime ve renk tamamdı, kendi çapımda... Ama “Arayış” devam ediyordu... Sürecin başrol oynadığı şaheser gibi bir şeydi adeta bu.


Peki, şimdi sırada ne vardı?


05.09.2024

14.37 – İzmir







 

 
 
 

2 Yorum


Azim Kerim AYDINLI
Azim Kerim AYDINLI
07 Eki 2024

Bu günlerde bir konsol oyunu oynuyorum. Oyunda yönlendirdiğim kahramanın bir özel gücü var. Bir düşmanla karşılaştığında bu gücü kullanarak etki altına aldığı düşmanı sanki hafif bir çuval gibi bir o yana bir bu yana, bir aşağı bir yukarı savurarak yerden yere, duvardan duvara savuruyor.


Sevgili Ulviye’nin bu yazısı bende tam da böyle bir etki yarattı. Ordan oraya savruldum. Savrula savrula da sonuna kadar idare ettim ama bitirici darbeyi de işte o sonda yedim. (ilginçtir ki oyunda da böyle oluyor, rakibi son darbe bitiriyor.)


Bu benimkisi nasıl bir cehalettir bilmiyorum ama “Navy” diye bir rengi ilk defa duyuyorum. Sevgili Ulviye hemen arkasından “bu renge bayılıyorum” demese renk olduğunu anlamam pek de mümkün değil. Çünkü “Navy” benim için 50 yıldır Amerikan Deniz…


Beğen

sibel Tuncel
sibel Tuncel
12 Eyl 2024

Bayıldım, yaşamın her rengi gibi bir yazı :) içinde bir çok şey var. Kalemine sağlık...

Beğen
bottom of page