L'art de vivre à la Française
- Ulviye Yaşar

- 1 Ara
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 6 gün önce
“Ve aslında hayat dediğin, yaşayabildiğin kadar güzeldir.’’ Can Yücel

Harika iki kelimeden oluşan, okuduğumuzda bile hayat enerjimizi yükselten etkisiyle yaşam sanatı… Evet, bu yazımızdaki konumuz oldukça keyifli, dinlendirici etkide ama az biraz kendimizi sorgulama hâline değinişlerim de olumlu açıdan olabilir. Neredeyse her yazımda kendimize özen göstermemiz gerektiğine, bunu naçizane nasıl yapacağımıza ve geçtiğimiz yazdan bu yana da birkaç yazımda mutluluk, neşe hatta kahkahanın önemine ve kendimiz için yarattığımız parıltı anlarının odağımda olmuştu. Böylelikle blogta pozitif temada yükseliş ivmesi rütbesini koruyor gibi, ne dersiniz? Fakat şimdi içten dışa yayılan keyif anlarını önceki zamanlarda bırakarak (aslında hepsi içte başlıyor ama neyse, derinleşmeye şu noktada gerek yok) dıştan içte keyif veren yaşam sanatı yaratmamıza heves verenlerle bütünleşeceğiz.
Yaşam sanatı; dekor, moda, tasarım ve gastronomi gibi oldukça geniş bir yelpazeye sahip olmasıyla beraber pozitif hislerle, neşeyi ilk sıralara koyarak bize en iyi gelen şekilde yaşamakla dolu olmayı kapsar. Geniş yelpazeye sahip oluşundan ve yaşamı daha iyi yaşamak için en etkili yaşam stili olmasından dolayı farklı kültürlerde ama benzer şekillerde de karşımıza çıkar. Japon ve İtalyan yaşam sanatları vb. diğer kültürlerdeki örnekleri de çok zarif; ancak bu yazımda hiçbir zaman anlamadığım bir tonda rezone olduğum Fransa’daki yaşam sanatını odağıma alıyorum. “A way of life in France” diye dergilerde, sosyal medyada vb. karşımıza çokça çıkan bu yaşam tarzının geçmişi Rönesans Dönemi’ne, yani 16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. O dönem Fransa; sanat, entelektüel yaşam ve yeme-içme alanında birçok yeniliğin merkeziydi. Vitruvius Adamı (1490–1492), Son Akşam Yemeği (1495–1497) ve Mona Lisa (1503–1507) gibi başyapıtların yaratıcısı, Rönesans Dönemi’nin efsanevi ressamı Leonardo da Vinci Loire Vadisi’nde yaşarken, Fransa Kralı I. François çeşitliliği, güzelliğe ve keyfe değer vermeyi teşvik eden bir yaklaşımdaydı. O yüzyıllardan bugüne kadar da hayatın güzelliklerine verilen bu yaklaşım aynı önem ve özen ile devam etmektedir.
Fransız tarihinin dokusuna dahi işlenmiş olan bu yaşam stili; eylemlerimizi ve hatta düşüncelerimizi pozitif şekilde etkilediğinden, aynı zamanda “yaşam felsefesi” diye de çeşitli kaynaklarda geçmektedir. Bu yaşam sanatı ve felsefesinde her zaman gülümseyecek bir şeyler keşfetmek esas noktadır. Peki art de vivre à la Française’in ne olduğuna ve kısacık da olsa tarihteki yerine değindikten sonra hayatımıza nasıl entegre edebiliriz? Bu yaşam sanatının bedenimize ve ruhumuza çapalanabilmesi, günlük rutinlerimizi bu yaklaşımla oluşturabilmek ile mümkündür. Düşünülenin aksine çok şey yapmakla değil; tam tersi, az ama öz şeylerin farkına vararak yapmakla. Kanadalı yazar Francoise Hertel’in de dediği gibi: “Hayatı dolu dolu yaşama sanatı, basit şeyleri karmaşıklaştırmaktan çok, basitleştirilmemiş olanı basitleştirmekle ilgilidir.”
Nasıl yeşertebiliriz bu sanatı?
*Bir müzede veyahut sanat galerisinde sanat eserlerini incelemek. (Bu konuya dair yapılmış olan bilimsel araştırmalar bize gösteriyor ki, sanat eserlerini incelemek kortizol seviyemizi ciddi oranda dengeliyor. Londra’daki Courtauld Galerisi’nde başyapıt niteliğindeki eserlere 20 dakika bakan bir grup insanın stres seviyelerinin düştüğü ortaya çıkmıştır. Ayrıca yine araştırmalar gösteriyor ki kalp hastalığı riskini azaltıyor ve bağışıklığı güçlendiriyor.)
*Sevdiğimiz bir yiyeceği, alacağımız kaloriyi hesaplamadan ama elbette dozunda yemek.
*Yılda en azından 1–2 kez tiyatroya gitmek; yaşamımızda en azından birer kez piyano ve keman resitallerine heyecanla bilet almak ve keyifli birkaç saat geçirmek.
*Enerjimizin düşük olduğu bir gün, işten dönerken kendimize çiçek almak.
*İlgimizi çeken bir spor dalına başlamak.
*Sadece yarım saat vaktimiz olduğunda bile bir kafede, artık eski moda alışkanlık olarak nitelendirilse de gazete okumak (telefon, tablet veya laptoptan değil, fiziken gerçek bir gazete).
*Sevdiğimiz sanatçıların konserlerine belki de defalarca gitmek.
*Bize iyi geleceğini düşündüğümüz bir hobiye, en azından bir workshop süresince şans vermek
*Yolda olmak (yakın–uzak fark etmeksizin).
*Giyim, saç, makyaj stilimizi değiştirmek.
*Evimize kokusunu sevdiğimiz mumlar almak ve sadece kendimiz için de o mumları yakabilmek.
*Bizde yeri olan kişilere hediye almak (Onlar da bize hediye alırsa daha da mutlu olabiliriz tabii ama amaç karşılık beklemek olmamalı.).
*Bazen sadece durmak.
*Bazen kitap okuyarak sabahlamak.
*Vaktimiz bol olduğunda bir sürü şey yapmak yerine, bedenimizin ihtiyacı olan o 8–10, belki 15 saat uykuyu rahatça uyuyabilmek.
*Sevdiğimiz biriyle saatlerce sohbet etmek, çokça gülüşmek.
*Yazmak (ki bu eylem benim yaşama tutunma nedenlerimden biri).
Liste uzar gider, detaya batar çıkar. Eksilmez ama artar. Hepimizin kendine göre, kendinin o anki versiyonuna göre şekil alır. Tüm bu örnekler hem tek başımıza hem ailemizle, en yakın arkadaş(lar)ımızla, sevgilimiz veya eşimizle pekâlâ yapılabilecek harika eylemler. Birkaçı sevdiklerimizle, birkaçı sadece tek başımıza da keyifli olabilir. Doğru ya da yanlış yok; “Bize nasıl iyi geliyorsa…” var. “Bizim ruhumuza neler, ne şekilde iyi hissettiriyorsa…” var. Hem ne diyordu Pınar Eğilmez Uçan Tabut adlı kitabında; “İçindeki çoklukları, verimli bir şekilde yönetmek, yaşama sanatıdır.” Her gün, her an hayatı dolu dolu yaşamak; küçük şeylerden belki de çok büyükmüşçesine zevk almak belki de… Fransa’da bu çok olağan bir yaklaşımdır. Fransızlar bu şekilde yetiştirilirler. Bizlerin çok sıradan olarak değerlendirdiği bir şeyi onlar sıra dışılığa dönüştürebilirler. Bunun için çok fazla emek harcarlar. Sözün özü, Fransızların bu yaşam sanatı ve yaşam felsefesinde hayatın içindeki küçük ama yaşamı en derinden hissettirebilmeye olanak sağlayan anların farkına ve tadına varabilmeyi bizlere müthiş şekilde fark ettiriyorlar.
Yaşamdaki hakikatler her zaman yaşam sanatımızı yaratmayı mümkün kılmıyor. Ve o noktalarda yaşamak çok da sanatsal çerçevede olamıyor ne yazık ki. Tam bu pencereden bakarken Nietzsche'nin perspektifine geçebilirsek başka kapıların aralanmaması mümkün değil. Şöyle ki;
Nietzsche için sanat, hayatı anlamlandırmanın ve yaşama “evet” diyebilmenin bir yoludur. Onun için dünya; kaotik, acı dolu ve anlamsız görünebilirdi. Fakat sanat, tüm varoluşsal sancıların yok olmasına olanak sağlayabilen bir yardımcıydı.
Sözün özüne doğru yol alırsam, bu satırları yazarken daha da net gözlemliyorum ki sanırım ben de Nietzsche’nin bakış açısı ile rezoneyim. Üstelik çok uzun zamandır. Yaşamı, yaşamayı adeta bir sanat olarak görerek… Üstelik bazen yaşamanın en zor şey olduğunu da bilerek… Değerli sanatçı Ali Poyrazoğlu’nun da dediği gibi: “Öyle bir yaşa ki az yaşasan bile ‘yaşadı’ desinler.”
Yaşamı layıkıyla yaşamalarımıza…
01.12.2025
12.57 – Alsancak / İZMİR




Yorumlar