top of page

Live is life

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 11 Eyl
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Kas

“Kişinin tüm ruhuyla hakikati araması gerekir ve ruh, bu arayıştan başka bir şey değildir.” Platon


ree

3 yıl önce 29. yaşıma girerken içimden dökülen ve o günden beri de daima heybemde olan bir cümleyle giriş yapmak istiyorum bu yazıma: “Yaşamak gerekir ve sen kendi küçük ışığını izlemek zorundasındır.” Peki ama kendi ışığımızı nasıl görünür kılacağız? Bunun direkt yanıtı biraz zor. O yüzden gelin hakikatle başlayalım biz işe, sonra hayatla devam ederiz.

 

Nedir hakikat? Kendi hakikatimiz nasıl bir şeydir? Nasıl anlarız bir şeyin bizim hakikatimiz olduğunu? Yine sorgulamalara çokça yer vermek istediğim bir yazı olacak. İlk baştaki alıntıdan da anlayacağınız üzere felsefe, hakikat ve hayat sularında yüzeceğiz. Yazılarımda bazen güneşli havada nehirde yüzüyor gibi dingin hissederken, bazen ise okyanusta her türlü hava durumuna şahit olmuş gibi hissediyorum. Tıpkı hayat gibi… Ne her zaman güneşli, ne de her gün şiddetli fırtınalı ve karanlık. Kendi hakikatimiz de tam da böyle işte: Her türlü hava koşuluna rağmen hayatta ruhumuzda hissedebildiğimiz, iyi gelen şeylerden sapmadan; fırtınalı ve karanlık günlerin de pekâlâ olabileceğini unutmadan; o kasvetli günlerin arkasından güneşin muhakkak açacağını bilerek yaşamı deneyimlemenin tadını çıkarmaktan hiç vazgeçmemek… Bu bazılarımıza çok fazla pozitif bakış açısı gibi gelmiş olabilir. Fakat değil. Çünkü alabildiğine kabul hâli bu. Yaşamın gerçeği… Kabul bu. Tam olarak artık ruhumda ve bedenimde hissetmekten çok keyif aldığım… Bu durumu, görüşleri hayatımda çok büyük yer kaplayan Fransız filozof André Comte-Sponville muhteşem anlatıyor: “Yunan felsefesi, hatta genel olarak felsefe bize gösteriyor ki hayatın bizi hayal kırıklığına uğratması, olduğundan başka bir şey olmasını ondan talep edersek mümkün olabilir. Tersine, hayatı olduğu gibi kabul edersek, yani hayatı sevebilirsek, hayal kırıklığına yer olmaz. Bu yüzden gerçek bilgelik Montaigne’inkidir. Denemelerini şöyle sonlandırır: ‘Bana gelince, ben hayatı seviyorum.’ İşte bu gerçek bilgeliktir. Ancak hayatı sevebilmek için, olduğu şeyden başka bir şey olmasını ondan talep etmekten vazgeçmek gerekir.”

 

Kendi hakikatimizi bulabilmek için çıktığımız arayış yolculuğunda da tüm bunları fark ettiğimiz bir kavşak mutlak suretle var. Biz bazen rotadan sapıp inatla U dönüşü yapıyoruz. Eğer o yoldan çok kez U dönüşü yaparak geçtiysek, ancak kendi hakikatimizin o U dönüşünde aslında hiçbir zaman olmadığını ve kavşaktan sola dönüp düz gitmemiz gerektiğini idrak edebildiğimiz zaman; tüm benliğimizle o yolda var oluşumuzu hissedebildiğimiz zaman, işte o zaman belki de hiç görünmeyen, olabildiğine soyut, kati suretle tarif edilemeyen, harikulade bir mertebeye varıyoruz sanki… Bir yere varmadan yolu daha güzel aşma hâli. Neden çok önemli kendi hakikatimizin ne olduğunu bulabilmek? Çünkü onun ne olduğunu bulabildiğimiz takdirde aslında kendi hayatımızı da şekillendirmeye başlıyoruz. Bunu en mükemmel özetleyen ise Eat Pray Love filminde Julia Roberts’ın canlandırdığı Elizabeth Gilbert karakterinin en sevdiğim repliği: “İçsel ya da dışsal gerçeği arayacağınız bir yolculuğa çıkıyorsanız, bu yolculukta karşınıza çıkacak her şeyi bir ipucu gibi görmeye hazırsanız, yolunuza çıkacak herkesi öğretmen olarak görmeyi kabul ediyorsanız ve hepsinden önemlisi kendinizle ilgili bazı zor gerçeklerle yüzleşmeye ve affetmeye hazırsanız, işte o zaman gerçek sizden asla saklanamaz.”

 

Hayat böyle bir hakikat işte… Yani en azından bence öyle ama gelin yazı sonuna çok değerli isimlere göre “hayat nedir?” sorusunun yanıtlarına bakarak geçelim:

Dostoyevski’ye göre: cehennem.

Sokrates’e göre: ıstırap.

Nietzsche’ye göre: güç.

Picasso’ya göre: sanat.

Gandhi’ye göre: savaş.

 

Peki ya size göre hayat nedir?


11.09.2025

15.50 – Karaköy / İSTANBUL

 
 
 

Yorumlar


bottom of page