Om Mani Padme Hum / ॐ मणि पद्मे हूँ
- Ulviye Yaşar

- 25 Eki
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Kas
Mücevher lotus çiçeğindedir.

Birçok sembolik anlamı olan lotus çiçeğinin beni en sahici şekilde etkileyeni en çok bilinen anlamı olan; çamurda büyüyüp çok temiz bir şekilde su yüzeyinde açması, böylece çeşitli zorluklar karşısında bile güzellik ve saflığın korunabileceği inancını yansıtmasıydı. Lotus, kökleri çamurda, yaprakları ve çiçekleri su yüzeyinde bulunan bir su bitkisi olmasıyla beraber Budizm ve Hinduizm gibi dinlerde ruhsal aydınlanma, saflık ve yeniden doğuşu simgelemektedir. Bu yazıda da lotus çiçeğinin azminden yola çıkarak bir şeyler dökülecek, döküldükçe de bir şeylerle birleşecek diye soyuta yakın bir açıklama ile derine iniyorum.
Festival filmleri denince aklımıza ilk gelen yönetmen ve senaristlerden biri olan Nuri Bilge Ceylan’ın bir basın toplantısında söylediği şu sözden yola çıkarak başlamak istiyorum, bu yazıma: “Ben karanlık taraflarına, ruhunun karanlık bölgelerine ilgi duyan bir insanım. Yani benim hayatta bir tür anlam yaratma şeklim bu belki de…” Sayın Ceylan'a tüm içtenliğimle katılıyor ve hayatımı bu şekilde deneyimlemekten oldukça fazla keyif alıyorum. Ancak bu noktada biraz anlam karmaşası söz konusu olabiliyor. Hem kendimde hem de çevremdeki kişilerde gözlemlediğim şu ki: Mutluluğa ve neşeye çok az yer açan bir yaşamı deneyimlediğimizi bazen çok geç fark etmiş olabiliyoruz. Daha önceki birkaç yazımda mutluluk ve neşe temalarına değinmiştim. Fakat o değinişlerime Stoacılık, felsefe, bilimsel ve biraz da sanat tarihi ve kendi içselliğim de eşlik ediyordu. Bu yazıda ise dümeni mutluluğumuzla birlikte kendi neşeli halimizi yaratmalarımıza psikolojik kanaldan ve yine her zaman olduğu gibi kendi içimizi dinleyerek, kendimizi fark etmemize olanak sağlayacak biçimde yer vermek istiyorum. Çünkü ihtiyacım vardı. İhtiyacımız vardı. Psikolog ve filolog Ezgi Hoşcan’ın dediği gibi: “İhtiyacı olan alsın.”
Amerikalı klinik psikolog ve New York Times Bestseller yazarlarından Dr. Julie Smith’e göre, beynimizin yaptığı ve fark etmediğimiz takdirde günümüzü mahvedecek bir şey var ve kendisi terapide bunun “Domino Zihniyeti” diye açıklandığını belirtiyor. Kendisi bunu domino taşları ile hem keyifli hem yararlı bir video ile geçtiğimiz aylarda aktarmıştı. Videoyu izledikten sonra üzerine düşünmeye başladığımda anlattığını birçoğumuzun zaten bildiğini anımsadım. Ancak olay fark ettirebilmekteydi. Fark edebilmekteydi. Zaten hali hazırda bildiğimiz bir şey hakkında zihnimizde yeni bir sekmenin açılması bana göre kalbimizde yeni bir sekme açılmasından daha zor bir oluşum. Elbette tüm günümüzün her anının neşe dolu geçmesine imkân yok. Aslında bakarsak lüzumda yok. Öyle bir imkân olsa bile birçoğumuzun bir süre sonra dolup, taşacağından hatta mutluluk tükenmişliğine gireceğinden de eminim. En azından kendi çapımda eminim. Peki neden o gün yaşadığımız küçük bir olayın tüm günümüzü mahvetmesi mümkün oluyor? Çünkü biz izin veriyoruz. Sürece güvenmiyoruz. Küçük parıltı anları yaratmıyoruz. Yine Dr. Julie Smith’in “Sizden bir an için iyileşmeyen, hatta belki de kötüleşen bir yarayı hayal etmenizi istiyorum. Bir doktora gittiğinizi düşünün; doktor yarayı temizler, diker, bandajlar ve belki ilaç verir. Ancak gerçekten doktor bu yarayı iyileştirir mi? Hayır. Bunu yapan vücudunuzdur. Doktor sadece vücudunuzun kendini iyileştirmesi için en iyi koşulları sağlar. Terapide aynı şekilde işler. O yarayı detaylı bir şekilde anlamak için çalışırız, böylece iyileşme için en uygun koşulları oluşturmanıza yardımcı olabiliriz. Ancak her iyileşme gibi bu süreç de aceleye getirilmez. İyileşme zaman alır.’’ açıklamasında belirttiği gibi bir durum aslında.
Glimmers
İster fizyolojik ister psikolojik iyileşme hatta ister aynı anda ikisi birden olsun, hepsinde süreç en iyi tedavi basamağı... Buna en kuvvetli eşlik eden ise LCSW, travma etkisinde kalan kişilerle polivagal teoriye dayalı çalışmalar üzerine çalışan klinisyen, yazar ve uluslararası bir öğretim görevlisi olan Deb Dana'nın “glimmers / parıltılar” diye tanımladığı anlar. Parıltılar, kısaca güvenli ve huzurlu hissettiğimiz minik anları ifade eder. Bu anlar: Gülümsemek, bize çok iyi hissettiren dizi / film izlemek, gökyüzünü seyretme, sokakta yürürken canımız sıkkın olsa bile çiçekçinin önünden geçerken evimize çiçek almamız, keyifle içtiğimiz bir kahve, sevdiklerinize vakit ayırmak vs. olabilir. Yani bize neşe verecek hiçbir şeyi yaşam rutinimizde geçiştirmemek... Burada en kritik nokta ise bu olumlu zaman diliminde canımızı sıkan konulara karşı kapıları kapatmaktır. Böylece bu parıltı anlarının beden hafızasına yazılmasına izin vermiş olabiliyoruz. Kanadalı atlet ve aktivist Rick Hansen, bu olumlu hislerin içselleşmesi için 10 ila 30 saniye beklemek gerektiğini önerir ki bu süre içerisinde de duygu ve deneyimlerin sinir sistemine işlemesi mümkün oluyor. Bu olumlu deneyimlerin kalıcı olması için de böyle anları yaratmak büyük önem taşıyor.
Yaşamda ne olursa olsun hiçbir zaman yapmayı ertelemememiz gereken bir şey var ki tıpkı Shakespeare’in Othello’da dediği gibi: “Gülümseyebildikçe yitirmiş saymayız kendimizi.’’
Kendimizi yitirmeden saymalarımıza…
Lotus çiçeğini anımsamalarımıza...
25.10.2025
20.20 – Akyaka / MUĞLA




Yorumlar