Retrouve-toi
- Ulviye Yaşar

- 5 gün önce
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 saat önce
‘’Sonunda kendim olabilmek için değişiyorum.’’ Jean Paul Sartre

Hayatımızı kendimize hak gördüğümüz, kendimize layık hissettiğimiz biçimde deneyimlemeye adım attığımızda belki fark ederek tüm detaylarıyla belki de farkında olmadan yaptığımız izlenimcilik akımı edasıyla çalakalem veya soyut resimden hallice görünmeyen ama görünebilir bir yaşama tutunmak için nedenler listemiz muhakkak oluyor. Bu listemizin gün be gün değişime uğraması da elbette beklenen olası hal. Benim de ‘’Yaşama Tutunmak İçin Nedenler’’ listeme eklediğim yeni birkaç maddem son zamanlarda bana çok iyi geldi. O maddelere sıradaki yazılarım ile birlikte daha derinden değineceğiz. Fakat bugün o listemdeki tam dört yıldır ilk maddem olan yazının başlığına da adını verdiğim retrouve-toi yani kendini yeniden buldan bahsedeceğiz. Başlığı Fransızca seçmemin sebebi ise tamamen içimden öyle gelmesi ve Fransızca’nın fonetiğini çok sevmem ile ilgili. Derin bir nedeni yok yani.
Kendini dinlemek, kendine hak vermek, kendine kızmak, kendini takdir etmek, kendini hırpalamak, kendine şefkat göstermek, 3 – 5 – 7 – 9 yaşlarındaki kendi çocukluğunun sahici şekilde elinden tutmak… Bu etaplar öyle zorlu, öyle sancılı ki... Fakat o etapları geçmeye başlayınca ya da geçince de öyle tarifsiz bir hisse bürünüyoruz ki… Dayanabilirsek eğer... İşte o zaman yer alacağımız sahne öyle parıl parıl öyle muhteşem ki... Kitaplarıyla, videolarıyla, o eşsiz anlatımlarıyla bana ve birçok kişiye ışık ve umut olan Gabor Maté’nin de dediği gibi: ‘’Travma, benim tanımımla; bize ne olduğu değil, bize olan şeyin sonucunda içimizde ne olduğu ile ilgilidir.’’ Bence bu noktada, yaşanılanları kendimizi bulmanın basamakları olarak görebilmek çok rahatlatan hatta belki varsa eğer anksiyetimize de iyi gelen bir düşünceye. Çünkü her şey bizimle ilgili değil. Biz bazen hatta çoğu zaman öyle sansak da değil. Şahsen 28 yaşımdaki kırılma noktası ile başlayan ve şu anda da devam eden süreçte o sahneye ilerlemekten hiç vazgeçmeyen biri olarak bu durumdan kendimce hayata bu süreçte yoluma çıkan tüm güzellikler için müteşekkir olsam da zaman zaman sokakta oyun oynayan çocuklar gibi yara bere içinde hissediyorum kendimi. Hani çocuğuzdur dizimiz yaralanmıştır, kanıyordur, gözyaşımızı siliyoruzdur ama yine de çok mutluyuzdur ya tam da öyle işte. Kendini yeniden bulmak, sonsuzluk gibi. Biz istediğimiz sürece sonu yok. Listedeki ilk maddeye tik atılamayan ender durumlardan biri.
Nörolog ve aynı zamanda psikanaliz biliminin kurucusu Sigmund Freud’tan bu yana en tartışmalı psikanalist olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr Jacques Marie Émile Lacan’ın ayna teorisini şöyle açıklamıştı: ‘’İnsan bir noktada aynadakinin kendi yansıması olduğunu fark eder ve aynadakinin kendi yansıması olduğunu fark ettiğinde kendini hissettiği kişiyle aynadaki kişi aynıysa o zaman kendini bedenine, hayata ait hisseder. Ama kendini hissettiği kişiyle aynada gördüğü kişi aynı kişi değilse işte o zaman insan ne aidiyet kurabilir ne de hayatla bağ kurabilir.’’ Aynadaki kendi yansımamıza bakıp kaçımız kendimize en sert şekilde kızabiliyoruz? Kaçımız tüm şefkat duygumuzla kendimize sarılabiliyoruz? Kaçımız ayna karşısında bile olsak kendi gözlerimizin içine rahatça bakabiliyoruz? İşte bunları yapamadığımızda aidiyet sorgulamamız, hayatla bağımızın ne denli sağlam olduğu muamma. Çok değerli oyuncu ve yönetmen Haluk Bilginer’in başrol olarak yer aldığı ‘’Şahsiyet’’ adlı dizisindeki repliği müthiş özetti bu konuya: ‘’İşin sırrı kendini bilmekte. Değişmek istiyorsan eğer bileceksin kendini. Neyi terk ettiğini bileceksin. Neyi terk ettiğini bileceksin ki neye kavuşmak istediğini bileceksin.’’ Yani gerekirse ayna karşısındaki yansımamızın gerçek biz halini görene kadar yeri gelince hırpalayacağız kendimizi yeri geldiğinde de çocuk halimizi tam karşımızda görüp tüm şefkatimizle sarılacağız.
Benim de böyle süreçlerim oldu. Hala da olmaya devam ediyor. Süreç başladığında elimden ilk ve kuvvetle tutan ise sanat oldu. Ve sanatın bendeki yeri onu en az yaşam kadar önemseyenlerle de başka bir yere evrildi. Gün geçtikçe geçtikçe spiritüel çalışmalar, nefes, yazmak gibi elimden tutan o zaman için yeni şimdi ise rutinim olan şeylerde oldu. Diğer yazılarda değineceğim onlara ve bendeki yansımalarına... Ama sanatın dalları ve özellikle de edebiyat, yazma arzum ve bazı beni hem büyüleyen hem de mahveden sözler yaşama farklı şekilde tebessüm etmeme ve yaşam hakikatimi bulmamama en çok olanak sağlayanlar oldu. (Bu noktada biraz durup 1-2 dk kadar zor zamanlar geçirirken ya da sadece kendinizin gerçekte kim olduğunu merak ettiğinizde sizin elinizden tutanların neler olduğunu düşünmenizi rica ediyorum.)
Fransız ve İsviçreli film yönetmeni, senarist Jean - Luc Godard: ‘’Sanata sığınırız.’’ Alman klasik filolog ve filozof Friedrich Wilhelm Nietzsche: ‘’Hakikat yüzünden ölmemek için sanat vardır. Ama aynı zamanda hakikat ile yaşamak için de sanat vardır.’’ Fransız Oryantalist, filolog, filozof Ernest Renan: ‘’Hakikat üzücü de olabilir.’’ İşte böyle... Bazen bizi sarsan da size kucak dolusu sarılanda birkaç cümle olabiliyor. Bizden yıllar önce yaşamış hiç tanışmadığımız kişiler bizin içimizdeki hiç büyümeyen o çocuğa da yıpranmış ama hayata umutla bakan yetişkin halinize de öyle bir mihmandarlık ediyorlar ki…
Şimdi düşünüyorum da, eğer yıllar önce o karşısına geçtiğim aynada kendimi kendime ait hissetmeseydim nasıl olurdu her şey? Şimdiden daha iyi olmazdı. Bu bir gerçek. O yüzden yaşadığım her şeyi iyi ki yaşamışım. Ve iyi ki o aynanın karşısında kendimi kendime ait hissetmemişim. Hissetmemişim ki yüzyıllar önce yaşamış kişilerin yaşamıma, hakikatime dokunabilmelerini tadabilmişim.
Tüm hislerimle diyorum ki, içimize ayna tutanlarla kendi yaşam hakikatimizi bulmalarımıza…
15.11.2025
12.52 – Bostanlı / İZMİR




Yorumlar