top of page

Tatramajjhattatā

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 22 Eyl
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Kas

“Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?’’ Amin Maalouf


ree

Ne ile başlıyor doğumumuz? Ne ile sonlanıyor yaşamımız? Fizyolojik doğum, doğuşumuz mu sahiden? Yoksa eterik, duygusal, zihinsel, ruhsal bedenlerimizi, yani tüm enerji bedenlerimizin en derinlerini ayna olmadan gördüğümüzde mi doğuyoruz; kendimizde yeni bir şeylere yer açamamaya başladığımızda mı duruyor nefes alışlarımız? Bazen yepyeni bir kelimeyle doğarken, bazen bilmeden yarattığımız alışkanlıklarımızdan mı ölüyoruz?


Avusturyalı film yönetmeni ve senarist Michael Haneke’nin, kendi filmleri üzerine “Kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde seyredemeyeceği filmler…” şeklinde bahsettiği gibiyiz bir noktada aslında. Bazı şeylerin nedenini, nasılını, doğru zamanını anlamamız için önce yaşamımızda olanları, olmayanları ve dahasını hissetmemiz gerekiyor. Neticede, Amerikalı yazar, ölüm ve yas uzmanı David Kessler’in de ifade ettiği gibi: “Hissetmediğin şeyi iyileştiremezsin.” Hissetmek dediğimde de aklıma ilk olarak şu düşünce geliyor: “Bir şeyleri daha iyi hissetmek mi? Yoksa hissetmekte iyi olmak mı?” Bu yazının doğuşu da tüm bunların akabinde, kendime kendi istediğim “ben hâlini” yaratırken esas alacağım bir kelime olmalı arayışım ile oldu. Buna niyet edince de kelimem, hiç beklemediğim bir anda karşımda belirmiş oldu: Tatramajjhattatā… Bu kelime ile, son zamanlarda yaşama bakmaya başladığım penceremin buğusunu harflerle silmek istediğim için de keyifle döküldü bu satırlar.

 

Tatramajjhattatā, karşıma çıktığı ilk andan itibaren bende yarattığı hem heyecan verici hem de dinginlik veren etkisinden çıkamadığım; adeta egzotik ve mistik tınısı ile benzersiz bir kelime… Kelime her ne kadar güzel olsa da, zihnimdeki düşünce sarmalını berrak sulara dönüştürmek bir durup düşünmeden, kendinle kalmadan, öylece bakmadan, bazen ise hiçbir şey yapmadan olmuyor. Sri Lanka’da M.S. 500 yılına kadar konuşulan Sanskritçe, Hintçe ve Tayca dilleri ile de çok fazla benzerlikler gösteren Pāli (पालि) dilinde; sakinlik, zihnin tarafsızlığı, ortada, dengeli olmak, sükûnet gibi anlamlara gelen Tatramajjhattatā, Budist bir terimdir. Bu noktada Budizm’e değinerek kısaca anımsatmak istiyorum: Budizm, M.Ö. VI. yüzyılda Kuzey Hindistan'da dünyaya gelmiş olan Buda'nın ortaya koymuş olduğu inanç sistemine ve öğretilere dayanan bir dindir. Aynı zamanda, Buda tarafından Hindistan'da kurulmuş olan din ve felsefe sistemi diye de geçmektedir. Budizm’in amaçlarından en bilineni de insan mutluluğunu aramakta ve insanı ıstıraptan kurtarmaktır. Bir nevi sükûnete geçiş ve benimsemek yani… Dengeli bir yaşamın kalıcı rutini ve ritüeli gibi… Çünkü bizler biliyoruz ki; sükûnet olduğunda ne coşku ne de depresyon vardır. Dolayısıyla, tutarlılık ve dinginlik söz konusudur. Fakat duygularını çok yüksek yaşamayı sevenler için coşku olmaması aksi bir durumdur. Kimileri için de depresyonun olmaması çok büyük keyiftir. Denge… Her şeyin özünde olduğu gibi, burada da işin özü denge aslında. Evrendeki tüm kapıların kilitlerine uyan bir anahtar misali… Bu düşüncelere, Stoacı filozof ve Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius’un bana göre kabul ve sükûnete çok zarif şekilde değindiği şu sözü de özet niteliğinde: “İç huzurunuzun anahtarı, her şeyi olduğu gibi kabul etmektir; olmasını istediğiniz gibi değil.”


Hayatın içinde her şey olduğunu unutuyoruz çoğu zaman. Ancak hayat; getirdikleriyle, götürdükleriyle, ödülleriyle, cezalarıyla, kıyıya vuran dalgalarıyla, boyumuzu aşan dalgalarıyla, esintisiyle, fırtınasıyla, beyazıyla, siyahıyla, bazen de grisiyle bütün… Bunların hepsine açık çek verdiğimizde, sükûnetin, kabul hâlinin doruğu muktedirliğinde bir mertebe olduğunu daha net hissedebiliyoruz.

 

Yeri geldi mi bir kelimeyle doğup, Tatramajjhattatā fonetiğinde yaşam dengemizi bulmamıza…

 

22.09.2025

22.00 – Göktürk / İSTANBUL

 
 
 

Yorumlar


bottom of page