top of page

Yaşam, biraz tragedya biraz operet

  • Yazarın fotoğrafı: Ulviye Yaşar
    Ulviye Yaşar
  • 3 Eki 2024
  • 3 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 5 Nis

Görülebilir saklanmış da olabileceğini, görülemeyenin bilinebileceğine...

ree

Hayatta farklı rollerimiz, farklı kimliklerimiz var.

Onlarca “biz” var. Her yerdeki biz bambaşka.

İş çevresinde, ailede, arkadaşlıkta, ilişkide vb. Liste uzar gider. Hayattaki roller değişir.

Kimlikler fark edilir. Frekanslar evrilir. Hangi “Biz” in en kendimiz olduğunu anlamak için yüzlerce şey önümüze serilir. Gemimizin rotası ve millerin varış amacı hep kendimizi keşif olursa, o rollerimizden, kimliklerimizden ve bunları bize sağlayan diğer herkese müthiş bir teşekkür evresine geçebiliyoruz. Teşekkür, kabul, yargılamamak, anlamak... Evet, tüm bunlar hiç kolay şeyler değil ve bilmeliyiz ki bizim kontrolümüzde olan şeyler de değil. Çünkü yaşanan, var olan her şey bizle ilgili değil. Herkesin kendi yaraları, kendi mutluluk nedenleri, kendi hayalleri, kendi kabulleri, kendi süregelen inanışları var. Önemli olan ise yaşamımızın, kendi değerimizi başkalarının akışına göre mi var etmemize sebep olduğudur. Bu girdabın içine çekiliyor muyuz? Biz buna izin veriyor muyuz? Bu sorular çoğaltılabilir, eksiltilebilir ama aranılan cevap, olması gereken cevap değişmez. Değerimizi başkalarının gözünden belirlemek, kendimize ve heybemizi doldururken aldığımız yollara, zorluklara, kahkahalara, hüzünlere; özetle, yaşadığımız onca ana ihanet etmek değil midir? Bu sorulara cevap aramak için keşfe çıktığımızda, yaşanan ve var olan her şeyin bizle ilgili olmadığını bazen nazikçe, bazen de balyozdan hallice darbelerle anımsatıyor evren bize.


Hadi gelin, hayatı bir tiyatro sahnesi gibi; kendi hayatımızı etkileyici bir performansla sergilenmesi gereken iyi bir eser ve kendimizi de bu oyunun rejisi olarak düşünelim. Sahnelenecek eser ne kadar iyi olursa olsun, birbiriyle bağlantılı olan diğer kişilerin kendileriyle ve orada bulunan diğer kişilerle ahenkleri iyi olmadığı sürece o eser beklenilen ilgiyi göremeyecek. Çünkü her şey bizimle ilgili değil. Lokasyon, oyuncu seçimi, sahne tasarımı ve dekorlar, kostümler, ışık sistemi, rejinin deneyimi, bağlayıcılığı... Tiratlar dozunda mı? Yoksa fazla mı derin nefes aldırıyor seyirciye? Tuluatlarda oyuncu gerçekten ruhunun renklerini oyuna katıyor mu? Yoksa olmasa da olur mu? Nasıl ki bunlardan biri yetersiz veya kötü olursa, o eser iyi sergilenmedi diye lanse ediliyorsa, yaşam da öyle. Gördüğünüz gibi domino misali... Aksiyon – reaksiyon.

 

Bazen hayatımıza ışık tutan rehberlerimizin olmayışından tökezleyebiliyoruz. Bazen kendimizi bulmak için cesaretimizin olmayışından kaybediyoruz. Bazen kayıplar yaşayabiliyoruz. Bazen çeşitli travmalarımızla yola devam etmek zorunda kalıyoruz. Bu liste elbette uzar gider ama en nihayetinde yaşam biraz tragedya, biraz operet... Acı tatlı bir kokteyl misali... Her şeyin bizle ilgili olmadığını ve olmayacağını anımsatan her an, ötesi olmayan bir armağan aslında. Kendimizi en dış katmanımızdan en derinimize kadar tanıyabildiğimizde, diğer herkese yargılarımızı sıfıra indirdiğimizde, Doğu Ekspresi seferine çıkan trenin tüm kötü hava koşullarına rağmen raydan çıkmadan yolculuğunu rahat bir şekilde sürdürebilmesiyle kendimizi örtüştürebilsek... Nehrin suyu olabildiğine berrak akacak aslında.


Şimdi de görsel sanatlar örneğinden sıyrılıp güzel sanatlara doğru yol alalım biraz. Özellikle Barok Dönemi’ne damgasını vuran, İtalyan heykeltıraş ve mimar Gian Lorenzo Bernini’nin Davut Heykeli’nin üzerinden bir şeylere değinelim. Heykelin teması, Goliath'ı devirecek ve başından yaralanmasına sebep olacak taşı atmak üzere olan İncil'deki Davut olduğunu da anımsayalım.

ree

Sanat Tarihi’nde Bernini’nin, Donatello’nun ve Michelangelo’nun Davut heykelleri genelde karşılaştırılmaktadır. En özetle, Donatello’nun yarattığı heykel klasik, idealize edilmiş ve duygu belirsizdir. Michelangelo’nun yarattığı heykelin hatları ve duygusu daha belirgindir. Bernini’nin yaratmış olduğu heykel ise hatları yine oldukça belirgin, ancak dinamik efekt ve draması son derece yoğundur. İlk iki esere karşıdan baktığımızda anlayabiliyoruz. Bernini’nin eserinde ise hareket tasviri vardır ve etrafında dolaşmamız gerekir. Bizle etkileşime girer niteliktedir çünkü. Bizi içine çeker. (İlgilenenlere; yine Bernini’nin Apollon ve Dafni Heykeli’nde de muazzam bir dramatik efekt vardır ve eserin alanına dahil olmamanız mümkün değildir.) Bazen hayat tam da Bernini’nin heykelleri gibi bizi içine alır işte. Olabildiğine yaşatır. Bizi içine çektiği hayatı da en iliklerimize kadar bize yaşatır. Kendimizi değiştirip dönüştürdüğümüzde, en “Biz” halimizi keşfettiğimizde ise ahenkle zamana karışmayı başarabiliriz.

 

Arayış serüvenimde kelimemi bulmuş, rengimi seçmiş, deneyimlerimle duygularımı kabul etmiş halde, merdivenin dördüncü basamağının rıhtla kesiştiği yerdeyim şimdi. Zihnimdeki o soruyla birlikte... Hayat mı beni yaşıyor? Ben mi hayatı yaşıyorum?’’


03.10.2024

19.17 – İzmir


 
 
 

1 Yorum


Azim Kerim AYDINLI
Azim Kerim AYDINLI
23 Eki 2024

Sevgili Ulviye her yazısında bir telime bastı ve doğal olarak da benden bir ses çıktı. Ancak bu sefer bam telime bastı ve yine doğal olarak benden bir ses çıkacak ama bu sefer bam teli olduğu için sanırım biraz gür ve çok ses çıkacak 😊

 

Can dost Ulviye’nin bu yazısının daha başlığı bile beni ODTÜ Oyuncuları ve Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oynadığım 1980’li yılların ilk yarısına götürdü. O yıllarda ODTÜ Oyuncuları’nda William Shakespeare'in o meşhur Hamlet’inin epik bir versiyonunu sergilemiştik. Huyum gereği eğer bir rol sergileyeceksem o rolün ruhuna inmek bunun için de yazarının aklına erişmek alışkanlığımdı. Dolayısı ile daha oyun sahnelenmeye başlamadan ufak çaplı bir William Shakespeare uzmanı olmuştum.

 

William Shakespeare'in, 1600’lü yılların başında yazdığı “As You Like It”…

Beğen
bottom of page