Yıl sonu iç döküşü, biraz ikigai / raison d'être ve bir tutam kaizen ile...
- Ulviye Yaşar
- 27 Ara 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 5 Nis
“İçindeki çoklukları verimli bir şekilde yönetmek, yaşama sanatıdır.” Pınar Eğrilmez

Blog oluşturma fikriyle yolum on yıl önce kesişmişti. Noel ve yeni yıl teması denince akla ilk gelen isimlerden olan New York Times Bestseller yazarı Debbie Macomber’ın Kar Tanelerinin Bir Bildiği Var adlı kitabını keyifle okuduğumda, ana karakterin (Katherine O’Connor) başkaları için yeni yıl mektupları yazması ilgimi çekmişti. Kışın büyüsü, tadında gelişen keyifli olaylar, Noel ve yeni yılın müthiş enerjisi ile devam eden hikaye gerçekten büyüleyiciydi. (İlgilenenlere; Debbie Macomber’ın Türkiye’de satışı olan ve şimdiye kadar okuduğum bu temadaki kitaplarını yazının sonuna liste olarak ekleyeceğim.) Devamında, ben de birebir aynısı olmasa da bloğumun olup yılın bu zamanlarında düşüncelerime dair yazılar yazmayı hayal etmiş ve hedeflemiştim. Daha sonra ise bir blog sayfası açmış, yazılar yazmaya başlamış ama birkaç sebeple devamını getirememiştim. Bu durumdan dolayı daha sonra biraz pişman olmuştum. “Yazmayı ilerletsem şimdi hayatım nasıl olurdu?” diye düşünmeden edemiyordum. Fakat şimdi yürüdüğüm yollar ve artık geçtiğim kabullerle birlikte şunu diyebiliyorum: “İyi ki o blog sayfasını ilerletmemişim ve iyi ki öyle minik bir deneyim olarak kalmış. İyi ki geçtiğimiz ağustos ayında can sıkıcı birkaç durum yaşamışım ve o durumların içinde de iyice kalmışım.” Devamında da “Ne yapsam da kendime geçici olmaktan çok uzak, hatta ikigai olabilecek bir şey bulabilsem?” demiştim. Neticede şu bir gerçek:
Hayatta bir şey yapmaya hevesinin olması...
Bir şey yapmak için heves bırakılması...
Mutlaka iki durum arasında kıyasıya bir savaş hali baki.

Amerikalı tasarımcı ve moda ikonu Iris Apfel’ın yukarıdaki sözünün, insanın içindeki çoklukları anımsamasına dair güzel bir ifade olduğunu düşünüyorum. Tabii, Iris Apfel bu sözü mekân tasarımı ve aksesuarlarla ilgili söylemişti. Fakat ben kendi düşüncelerime uyarladım diyelim. Art & More Things’i oluşturmamda da etkisi vardır bu sözün. Ne kadar çok içimizdeki çoklukları keşfedebilirsek ve keşfettiklerimizle de güzel uyumlanmalar elde edebilirsek, o kadar kendimizi iyileştirebileceğimizi ve hayattan daha çok keyif alabileceğimizi düşünüyor ve hissediyordum. Öyle de oldu. Hep dahası vardır ve hep dahası olan şeyler keyiflidir. İçimdeki hep ötesi var olanları düşünmüş de olsam, bu sayfayı çok minimal bir beklentiyle açmıştım. Benim gibi hisseden, düşünen, gözlemleyen birkaç kişi okusa yeterliydi. Aza razı olmak değil, kendin gibi insanlarla zihinlerinizin bir yerde kesiştiği tahmininin tatmini hali... Zaman geçince, yüzde yüz olmasa da bir nevi ikigai veya raison d’être gibi oldu burası benim için. Kaizen kavramından da beslenerek. Sadece burası değil tabii ki; bu kavramlarla buluştuğum başka yerler de var. Zamanla onlara da geliriz. Belki aralarına yeni eklenenler de olur. Hayat bu... Şimdi ise gelelim bu üç kavrama: Japonca bir kavram olan ikigai; yaşamak için bir neden, yaşam için bir anlam, yaşamı yaşamaya değer kılan şey veya varoluş nedeni gibi anlamlara gelirken, günümüzdeki anlamlarından biri de “sizi yataktan kaldıran şey” dir. Fransızlar ise bu duruma raison d’être demiştir. Ve yine Japonca bir kelime olan kaizen ise sürekli iyileştirme felsefesi, her gün %1 daha iyi hale gelme durumudur.
İçimizdeki çokluklar...
Yukarıda bahsettiğim kavramları kendi yaşamımızda bulabilmek pek kolay değil ama onları yönetebilmekten çok daha kolay. Çünkü yönetirken Betterment Burnout sendromuna geçmemiz de mümkün. Panzehrimiz zehrimize dönüşmesin. Severek yaptığımız her şeyde doz artınca ortaya bahsettiğim sendrom, yani daha iyi olmaya çalışma tükenmişliği çıkıyor. Kısaca açıklayacak olursam, sürekli olarak kendimizi geliştirme arzusu ile kendimizin daha iyi bir versiyonuna ulaşmak için gösterdiğimiz eforun sonunda hissedilen yorgunluk hali. Yapılan araştırmalardan birinde, kişilerin %55’i sürekli daha iyi olmaları için kendilerinde baskı hissettiklerinden bahsetmiş. (Bu araştırmanın detaylarına girerek konuyu derinleştirmeyeceğim. Çünkü zaten bu konuda çok fazla araştırma mevcut.)
Şimdi ise içimizdeki çokluklarımıza dair biraz edebiyata yönelelim: “Asla istediğim bütün kitapları okuyamayacağım, olmak istediğim bütün insanları olamayacağım ve yaşamak istediğim bütün hayatları yaşayamayacağım. Kendimi istediğim bütün becerileri edinecek kadar eğitemeyeceğim. Bunları neden istiyorum?” Amerikalı şair ve yazar Sylvia Plath’in Günlükler adlı kitabında yer verdiği bu sözle tanıştıktan sonra, adeta bazı zamanlar tam olarak hissettiğim durumun özeti olduğunu fark etmiştim. Ancak muhtemelen bu sözün ruhuma dokunmasında, yazarın otuz bir yaşındayken hayata kendi isteğiyle veda etmesi de etkili olmuştur. Ne yaşamıştı? Neden kendinden vazgeçmişti? Sevenlerinin “varoluşçu kraliçe” diye andığı Fransız yazar ve filozof Simone de Beauvoir’nın şu sözünü anımsatmıştı bana bu durum. “Nasıl olur da insan, kendine uygun gördüğü rol uğruna kendini ortadan kaldırır?” Bu iki harika sözle tanıştıktan sonra kendimi daha net gözlemlemeye ve kendime daha fazla yüklenmeye başlamıştım. Daha sonra fark ettim ki sanki içimde birkaç ben vardı. Biri, “Hep daha fazlasına gerek var.” diyen, öteki “Gayet iyisin ve böyle kalabilirsin.” diyen ve son olarak ise, “Bazı şeyleri daha da seyreltsen mi acaba?” diyen. Emin olun, bu bile çok yorucuydu. Diğer pencereden bakıp, düşününce ise durumlar değişiyordu. Belki de abartıyorduk, belki de kendimize çok yükleniyorduk. Belki de bu durumu tamamen biz yaratıyorduk. Başkaları etkisiyle değil, kendi kendimize… Ya da bazen başkaları etkisiyle... İngiliz yazar Matt Haig’in Gece Yarısı Kütüphanesi adlı kitabında yazdığı gibi: “Bazı günler dağları yerinden oynatacak güce sahip olacaksın. Bazı günler gücün sadece yataktan kalkmaya yetecek. İkisi de hayatın ve insan olmanın gerçeği.” Düşününce hayatın içinde böyle durum iliklerimize kadar fazlasıyla söz konusuydu.

“Otuzlu yaşlardaysan Noel Baba yoktur. Beş yaşındaysan vardır. Ama umut her yaşta seninledir.” Debbie Macomber
Yaşamdaki her şey sonsuz olasılıklarla oluşan sihirli bir harmoni gibi adeta… Tabii görebildiğimiz ölçüde. Gördüğünüz, okuduğunuz, hissettiğiniz gibi yıl sonu geldiği için kendimle muhakeme anlarımın oldukça fazlalaştığı bir dönem oldu. Sanki yılın diğer zamanlarında hiç kendimle kalmıyor, düşüncelerimi deşmiyormuşum gibi. Neyse, insanın kendini bilmesi, ruhuna nelerin dokunabileceğini fark etmesi, bazen ise kendini mizah konusu yapabilmesi harika bir şeymiş. Bu yıla dair öğrendiklerimden biri de bu oldu. Kimse başınızdan geçen ve anlattığınız komik ya da trajikomik olaylara gülmüyorsa, siz gülün. Hatta kahkahalar atın. Durmamacasına... Kimse dertlerinizle dertlenmiyorsa bırakın dertlenmesin. O kapıya doğru anahtarı takıp açacak olan tek kişi var, o da yine sizsiniz. Başkalarına bir şeyleri tekrar tekrar anlatıp anlarınızın tadını kaçırmayın. Eşlik etmek isteyenler hem hüzünlü hem sevinçli anlarımıza içtenlikle eşlik ederler zaten.
Şimdi ise geldik bu yılın son yazısının son demine… Herkese, kendisine neyin, nasıl, hangi dozda iyi geleceğini hissedebildiği harika bir yıl diliyorum.
Umudumuzun her yaşta artmasına…
27.12.2024
21.47 - İSTANBUL
Debbie Macomber’ın tarçınlı kurabiye ve sıcak çikolata tadında ki kitapları:
*Alaska Tatili
*Yeni Yıl Yeni Hayat
*Bir Hayal Yeter
*Bir Kış Rüyası
*On İki Gün
*Yıldızlı Gece
*Bay Mucize
*Melekler Korusun
*Kar Tanelerinin Bir Bildiği Var
Yorumlar